12 Şubat 2017 Pazar

Kiminin tuzu kuru

Kiminin tuzu kuru

Azıcık umut insanların kontrol edilebilir arzularını, kendi amaçları için kullanma sansı verir. Umut , içinde bir hedefe yönelmişse yavaş yavaş kontrolden çıkmaya başlar ve zamanla isyana dönüşür. Yokluğunda karşılaştığınız ise bundan başka bir şey değildir.

onları ilk gördüğümde kaçınılmaz olarak yaşadığım iç kıyaslamalar, itiraf etmeliyim ki düşüncelerimde önü alınamaz bir kaosa dönüştü.

Üç kişilik bir aileydiler, 25-30 yaşlarında sarışın bedeninde fazladan kiloları olmayan sağlam yapılı yaptığı işe rağmen oldukça sağlıklı görünen fakat söylenenleri algılamakta oldukça zorlandığı verdiği cevaplarda kullandığı yarım sözcüklerden anlaşılan, parmakları karıştırdığı çöplerin kirinden simsiyah olmuş. Belliki epeyce emek vermesine rağmen  onun çöpçü olduğunu fişlemişçesine açık açık herkese ifşa eden bir iz taşıyordu. Yuvarlak yüzünde göz çukurlarına yerleşmiş gözleri sanki onun konuşmada ki çektiği zorluğu biliyormuşçasına manalı ve tedirgince etrafı kontrol ediyordu. Belliki çekindiği bir şeyler vardı ve hep uyanık olmalıydı. Kadında ondan farklı değildi, üzerinde ki salaş kıyafetlerin içinde çöp dağlarında kaybolmuş gibiydi, alel usul bağlanmış eşarbının kenarlarından siyah bakımsız saçları sarkıyordu. İlk bakışta onu bir kadın gibi görmek neredeyse mümkün değildi. Yüzündeki ve kıyafetlerindeki onca kire rağmen gözlerindeki o ışığı gizleyememişti. Yanlarında bir çanta gibi taşıdıkları dört beş yaşlarında hafif sarışın boncuk gözlü çocuğa ilk bakışta kısa kesilmiş saçlarından dolayı nasılsın bakalım delikanlı senin adın ne diye sordum.  Gözlerinin içi gülüyor ve muzipçe yüzüme bakıyordu.  Elindeki çikolatasından bir ısırık daha aldı. Oturduğu sandalyede kim bilir annesinden yada babasından öğrendiği hangi şarkı ile ahenkle ayaklarını sallamamaya başladı. Arada başını da sağa sola sallıyordu. Halinden oldukça mutlu olduğunu vücut diliyle çevreye anlatıyordu.
Yüzündeki kirleri sanki kendisi keyifle yapmış gibi görünüyordu. Ama onca kir yüzünün aydınlığını kapatamamıştı. Çocuk hangi şartlarda yaşarsa yasın çocuk değimliydi. Elinde çikolatalı gofreti aklında kim bilir hangi şirin melekli düşlerin içinde kendince oyunlar oynuyordu.

Çekmecemden ıslak mendil çıkartıp yüzündeki ve ellerindeki kirleri silmek istedim. Anne bir anda yanımıza geldi. Dur abi ben yaparım dedi ve mendili aldı çocuğun sadece ellerini sildi bıraktı. Gayri ihtiyari bende daha var bunlardan dedim al yüzünü de sil oğlanın. Kadının bir an yüzü karıştı ne diyeceğini bilmez bir hal aldı. Sağ ol abi eve gidince banyo yapar dedi. Olur, mu diye üsteledim çocuk eve kadar böylemi gidecek. Kadın istemeyerek o oğlan değil abi kız dedi. Ah benim aptal kafam diye kendime kızdım. Ne kadarda güzel bir kız çocuğuydu. Biraz şaşkın sorgulayıcı bir ifadeyle kadının yüzüne bakmış olmalıyım ki kısık bir ses ve tedirgin bir ifade ile saçlarını kimse onun kız olduğunu anlamasın diye böyle kestiklerini söyledi. Aynı şaşkınlığım devam etti. Tatmin olmadığımı anlamış olmalı ki devam etti. İzmir de Yenişehir’in gettolarından birinde bir barakada yaşıyorlardı. Gündüzleri üç kişilik aile çöplerden kağıt toplayıp satıyorlardı ve geçimlerini bu yolla sağlıyorlardı. Yaşadıkları yer tekinsizdi ve tehlikeliydi. Çocuğu korumak için böyle bir yola başvurmuşlardı. Onun okul zamanı gelinceye kadar böyle devam edecek ve çocuğun okulu için para biriktireceklerdi.  Adam o beklenen zaman geldiğinde yerleşik bir iş bulmayı ve gettodan ailesini kurtarmayı umuyordu.

Çöplerden kağıt toplayarak ve hayatlarından kısıtlayarak her türlü tehlikenin kol gezdiği yerlerden çocuğun okulu için para biriktirmek. Hayata dair bütün düşüncelerim allak bullak olmuştu. İşim gereği her gün yüzlerce insanla karşılaşıyordum. Çoğunun hayatlarını devam ettirmek için düzenli bir gelirleri vardı ve yarın için acabaları yoktu. Ama sorsanız öyle büyük sıkıntıları vardı ki inanılmaz. Kiracıları paraları geç yatırdığı için sıkıntı çekenlerimi ararsınız yoksa tatilde gittiği otelin kötü hizmetinden dolayı tatilin nasıl zehir olduğundan dem vuranlarımı. Yada bu kağıt toplayıcıların şehre nasıl pis ve çirkin bir görüntü kazandırdığını düşünüp sinir krizleri geçirenlerimi? Çocuğu artık büyümüşte odası küçük geliyormuş yeni ev almak zorunda kalacaklarmış. Elbisesini beğenmediği için okula gitmeyen çocuklar, arabasının boyası çizildiği için kalp krizi geçirenler, sevgilisi doğum günü hediyesini beğenmemişmiş gibi bir sürü saçma sapan bahane ile hayatı kendine zehir edenler. Bu mutsuzluğun doğal sonucu olarak ta alt sınıfları dışlayıp daha fazlasına, daha iyisine ulaşma arzusu ya da umudu önü alınamaz psikolojik ve sosyolojik yıkımlara neden oluyor. Yaşamak için mutlu olabilmek için küçücük bir umuda tutunmanın ne kadar önemli olduğunu rafa kaldırmışız hem de hiç farkında olmadan.

Tuzu kuru olmak yaşamak için gerekli her şeye sahip olmak mutlu olmak anlamına gelmiyor işte.  Bir başka açıdan bakınca da düşük hayat standartlarını yükseltmek amacıyla zorbalığa başvuran insanlar büyük umutlara ve daha zirvelere göz koyan insanlar içsel bir isyanın sonucu o hedefe ulaşmak için her yolu mubah sayıp illegal yollarla hedeflerine varmaya çalışıyorlar sonuçlarsa yine iç açıcı değil.

Aile babasının sesiyle irkiliyorum. Abla bu gün kızımın hesabına yetmiş iki lira. Gişe memuru gülümsüyor bu gün işler iyi gitmiş anlaşılan düz yapalım hesabı bu gün yüz lira olsun ablasından tamammı diyor. Adam biraz mahçup itiraz edecek gibi duruyor ama gişe memuru lafı ağzına tıkıyor. Bu gün içimden geldi itiraz etme bir kalem defterde ablasından olsun bu iyiliği de bana çok görme. Gözleri doluyor adamın söyleyeceği bütün sözler boğazına düğümleniyor. Olur diyor belli belirsiz titreyen ve boğuk bir sesle. Sonra üçü birlikte adamın elinde kâğıt toplama arabası hemen yanı başında karısı ve karısının elinden tuttuğu küçük kız. Kız hoplaya zıplaya gidiyor anasın elinde. Çocuk henüz farkında değil anne babasının bu keşmekeş içinde yaşamın yarınlarına dair onları hayata bağlayan tek umudun kendisi olduğunun.
Onlar gözden kayboluncaya kadar arkalarından tek zenginlikleri birbirlerine olan sevginin verdiği mutluluğu küçücük umutlarının onları nasıl bir güçle hayata bağladığını imrenerek izliyorum.

O gün, o küçücük kızın boncuk gibi kirli yüzünde ışık saçan gözleri dondurulmuş bir fotoğraf karesi gibi silinmemecesine belleğime kazındı.
Allah yardımcınız olsun güzel insanlar, diye geçirdim içimden, onlar küçücük bizim belkide umut bile diyemeyeceğim bir hayal parçasının ardından güle oynaya gidiyorlardı. Küçüldüğümü hissettim. Neden sonra dudağımda hissettiğim tuz tadı beni kendime getirdi.
Devam etmeliydim; yaşadığım her neyse.


kurutulacak tuzu olmayan,
gün batımını sever;
sırtında tuz küfesi taşımadığından:
ancak taşınmışlığı vardır; Küfeyle,
acıyı meksika biberi sanır
yada çiğ köftede isot!
sanırsınki dünya yansa;
içinde yorganı yok!
oysa yorganı olmayanlar:
yaşamla savaş halindedir,
geçenin Bıçak gibi ayazında;
var güçleriyle harman ederler,
kör karanlıkta çöp bidonlarını.
çocukları görmesin,
arkadaşları;
alay etmesin diye onlarla.
medeniyet kördür! Görmez!
oysa çocuklar bilir,çocuklar görür!
yüze gülmez, acımasızdır hayat;
karanlık sokak aralarında.
neonlardan ruhları kamaşmış,
sütten çıkmış ak kaşıklar,
kimbilir kimin meyhanesinde,
hangi şeyhin tekkesinde:
meşk edip takke değiştirmekte;
gün görmüş tuzu kurular...

Abdurrahman Güleç



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder